W3C,
Web’in mucidi Tim Berners-Lee tarafından 1994 yılında kurulmuş bir
konsorsiyumdur. W3C’in temel görevi; web dünyasının ihtiyaç duyduğu standartları
düzenlemek ve bu standartlar için gerekli teknolojilerin ortak projeler içinde
oluşmasına önderlik etmektir.
W3C, web
standartlarının ana kaynağıdır. Html
işaretleme dili, W3C tarafından standartlaştırılmıştır. W3C; Microsoft, Apple, Adobe gibi büyük firmalarla konsorsiyum
oluşturulmuştur ve teknoloji geliştirme
çalışmalarında güvenilir çözüm ortağıdır. W3C’in geliştirmeye devam ettiği teknolojiler
ise RDF, SPARQL ve OWL’dir.
W3C, Semantik
Web projeleriyle şimdiki etiketleme işaretlerini de sorgulayan yeni
standartların geliştirilmesini öngörmektedir. Kuruluş, on-line dünyanın gelişim
sürecinde standardizasyon olarak, Xhtml işaretlemesini de ön koşul
göstermektedir. Xhtml, html işaretlemesinin statik etiketleme yapısını
geliştirip yeni işaretleme dillerine uyumlaştırmayı amaçlar. Semantik web, kısaca web 3.0 olarak
tanımlanmaktadır. W3C, daha güvenli ağlar ve sorgulanabilir web dünyası için
“Semantik Web” projelerini uygulamaktadır. Gelişimi devam eden semantik web
dünyasında RDF, SPAROL ve OWL gibi anlamsal sorulama yapabilen dil ve
programlamalar kullanılmaktadır.
Semantik web, ortamında RDF, var olan ve olacak web ortamı
sunucu ve kullanıcı bilgilerini veri olarak anlamlı sorgulamalarla yeniden
değerlendirip, birbirleriyle bağlantılı hale getirecektir. SQL veri tabanı ve html
işaretlemeleri arasında uyumsuzluklar yeniden düzenlenip, bilgisayar tarafından
kullanıcı için otomasyon kolaylığı getirilecektir. Web semantiğin oluşturduğu
küresel bazlı veri tabanında tek dile dönüştürülmüş verileri, SPARQL sorgu dili değerlendirecektir.
OWL,
ise web semantik dünyasının yeni temel dil yapısı olarak RDF ile oluşturulmuş
ve SPARQL ile sorgulanmış verilerin, bilgisayar ve ağlar üzerinde
değerlendirmesini yapacaktır. OWL kullanımıyla
birlikte anlamsal sorgulama yapan makine, insan yapay zekâsını örneklem alacaktır.
Hedeflenen algoritma sonucunda arama motorları şimdiki gibi kelime bazlı değil,
cümle bütünlüğü ve anlam karşılaştırması olarak hizmet verecektir.
Linked Data
W3C,
semantik web için Linked Data kavramını kullanmaktadır. Linked Data, web ağı
içerisinde her bir bilgiyi belli bir anlama sahip olacak şekilde modelleyerek,
bu bilgilerin birbirleriyle ilişkilendirilmesi ve akıllı veri tabanlarının
oluşumu hedeflemektedir.
DBpedia projesi
Projenin
temel uygulama alanı olarak DBpedia projesi kullanılmaktadır. DBpedia, on-line
ansiklopedi Wikipedia’daki metinsel bilgilerin semantik algoritmayla RDF
bilgilerine dönüştürülüp, yeni anlamsal sorgulama lisanı SPARQL ile sorgulanmasını
sağlamaktadır. Şuan itibariyle Wikipedia’daki bilgilerin büyük kısmı Linked Data
kavramı içinde anlamsal bağlar kurularak sorgulanabilmektedir. DBpedia, yakın
gelecekte tüm web ortamının kaynağı olacak anlamsal veri sorgulamanın ilk
gelişmiş modeli olarak kullanılmaktadır.
W3C’un farklı sektörlerde proje çalışmaları bulunmaktadır. Kuruluşun geliştirdiği projeler hala
e-devlet, ulusal güvenlik ve uzaktan
sağlık hizmetleri gibi alanlarda kullanılmaktadır.
Yönetmen: Lana ve Andy
Wachowski, Tom Tykwer Roman: David Mitchell
Oyuncular: Tom Hanks,
Halle Berry, Hugh Grant, Hugo Weaving, Jim Sturgess
İMBD notu: 8.3 - 12,425 kişi üzerinden Kasım
2012 Süre: 164 dk
Wachowski kardeşler ve
Tykwer’in birlikte yönettiği David Mitchell’in aynı adlı romanından uyarlanan
“Bulut Atlası” filmi, 19. Yüzyıldan 23. Yüzyıla iç içe geçen altı hikâyeyi
anlatıyor. Filmdeki altı farklı hikâye, paralel
kurguyla hızlı bir tempoyla anlatılırken hikâyelerin ortak noktalarının
gelişimiyle farklı zaman ve mekândaki insanlar tek bir hikâyede birleşiyor.
Bulut Atlası'nın Konusu
1850 yılında Pasifik Okyanusu’dan evine
dönmek isteyen avukat Adam Ewing ve
kaçak kölenin ilişkisi… 1930’lu yıllarda yeteneklerini kanıtlamak isteyen
bir bestekâr olan Frobisher’in elinde
Ewing’in yarım kalan günlüğü… Rey isimli muhalif siyahi kadın gazetecinin
Reagan dönemindeki hayatı… Alacaklılarından canını kurtarmak için mücadele
veren yayınevi sahibi Cavendish... Yakın geleceğin Yeni Seul’un de kendisini
var eden sisteme isyan eden android
garson Sonmi~451…23. yüzyılda medeniyetin çöküp ilkel kabilelerin saldırılarına karşı mücadele eden Zachry…
İyi ve Kötüden Önce
Bulut Atlası filminin ilk
30 dakikası hızlı bir tempo içinde hikâyelerin sunumlarıyla geçiyor. Filmin
giriş bölümündeki çarpıcı anlatım, seyircide büyük bir merak ve heyecan
yaratıyor. Fakat filmin ilk bir saatinden
sonra geçmiş ve gelecek hikâyeleri arasında bağlantı ve izler kaybolmaya
başlıyor ve seyirci gözüyle takibi zorlaşıyor.Seyircide, kim kimdi?Bu neden
oldu? benzeri sorular oluşuyor. Yönetmenler, anlatım aracı olarak böyle bir
üslup kullanmak istemişler. Film, her
şeyden önce dikkat istiyor.
Bulut Atlası afiş
Filmin
ana cümlesi olarak her şeyin birbiriyle bağlantılı olması sebebiyle hikâyelerdeki
karakterlerin ve reel zamanın, filmin ikinci yarısında bir önemi kalmıyor.
Film, ilerledikçe insanoğlunun sorunları aynı olduğu için hikâyeler tek bir
noktada birleşiyor. Filmdeki karakterler,
efendi-köle / şirketler-işgören / kadın-erkek / aşk-ayrılık durumlarındaki
çatışmalarıyla isyan ediyorlar. Hikâyelerdeki çatışmayla gelen isyan sonucunda “tüm dünyalarımız, tek bir bulut kümesinde”
toplanıyor. Ve film bunu 3 yakın bir sürede anlatmaya çalışıyor.
Yetmez ama Evet
Yönetmen
Wachowski kardeşlerin “devrim olmasa da bir şeyler yapmalı” sinema söylemenin
Matrix ve V for Vendetta ile kıyaslandığında gerilediğini söylemek mümkün.Tykwer ise, daha çok aksiyon
sahnelerindeki mizah ve kurgu anlayışıyla başarılı oluyor. Filmin oyunculuk performansları çok başarılı değil. Abartılı ve
yoğun makyajın yanı sıra karikatürize edilmiş karakterler, sanki bir animasyon
filmi izlenimi veriyor. Oyuncuların değişik hikâyelerde iyi ve kötü diye
ayırılması, hatta cinsiyet değiştirmesi; bilinçli bir karar olarak oyuncuları
önemsizleştirip, ana hikâye eksenini öne çıkarıyor fakat senaryonun savrulmasına
engel olamıyor
Bulut Atlas’ı
“İnsanın Var Olmak Savaşı” anlatımında başyapıt olmasa da görülmesi gereken
önemli bir film.
Detaylar ve Döngüler
Bulut
Atlası'nın temel hikâye metni: “Geçmiş, şimdi, gelecek, her şey birbiriyle bağlantılıdır”
diyor. Film ana tema olarak, reel zaman kavramını devre
dışı bırakıp soyutlama olarak tek zaman içinde bağlantı içeren eylemleri
anlatıyor. Ölçülebilen zamanın devre
dışı kalmasıyla, tüm insan eylemlerinin zamandan bağımsız olarak birbirleriyle
bağlantılı olması, akla hemen reenkarnasyon ve kuantum fiziği hakkındaki genel
kabulleri getiriyor.
Fakat
film, bu kadar iddialı bir söylemi anlatım olarak çoğunlukla karşılamıyor. Öncelikle,
reenkarnasyon ve kuantum fiziğinin yanlış anlaşılmaya müsait metin ve
pratiklerine senaryoda da rastlamak mümkün. Hikâyeleri
genelleştirmek için kullanılan hamaset ve abartılı anlatım ile film inandırıcılıktan
uzaklaşıp belli bir noktadan sonra fantazyaya dönüşüyor. Belki de, hızlı tempo ve paralel kurguya dayalı anlatım, izleyici
neden-sonuç ilişkisinden çıkarmak istiyor. Film, belli bir yerden sonra “ben yaptım oldu,
eğlenceli değil mi “ tadı veriyor.
Diyalektiğin,
taklalar attırılarak senaryoya sokulması ama diyalektiğin nerdeyse eylemlerde
olmaması güzel kafa karışıklığı yaratıyor. Filmde “Lost” dizinin fenomenal
yansıması açıkça görülüyor. Birden çok hikâye, farklı
zamanlarda ve farklı mekânlarda birbirlerini zamandan ve fizikten bağımsız
etkiliyor. Bu bakış açısı şimdilik, büyük oranda bilimsel olmayan bir dünya
gerçekliğinin geldiği son nokta.Film, bildik sonlarla tamalanıyor, kafadaki
kırk tilki nedense tek bir kürkçüye gidiyor.
Sisteme
isyan eden android garson Sonmi~451 neden “seçilmiş kişi” olduğunu bilmiyor,
daha doğrusu aydınlanma olarak seçilmiş kişi olmasını gerektiren bir
nedensellik taşımıyor. Hikâye paralel evrenler içinde
nedensellik değil, rastlantının
gerçekliğini vurgulamak istiyor ama çoğunlukla kopuk kalıyor.
Oyunculuk
performansı açısından ise, belli karakterlerin neredeyse klişe kaldığı, hatta
böyle tercih edildiği görülüyor. Oyuncular, hikayeler
arasında karakter ve cinsiyet olarak kulvar değiştiriyorlar. Diğer taraftan
derinlik ve belirsizlik içeren ilginç oyunculuklarda var. Çok abartılı ve detay makyajlar, gerek hikâyenin gerek ise oyuncuların
tanınmasını zorlaştırıyor. Makyaj çalışması o kadar garip ki, bazı
oyuncuları filmin sonundaki görsel açıklama kısmında tanıyabiliyorsunuz.
Oyuncular ve hikâye
arasında lineer değil döngüsel bir ilişki kurulmak istenmiş. İlişkilerin mekanik olmadığı ana tema
olunca bağlantı; bildik anlamda bağlantısızlığı da içine alıyor. Ve fakat ne
kadar başarılı olabilmiş? Üç saatlik bir süre içinde senaryonun
belirsizleştiği görülüyor. Anlatım
biçiminin, hakikatle dair sözler söyleyen karikatürize tiplerin elinde
popülerleşip, eğlenceye dönüştüğünü görüyoruz. Sonuçta eğlenmek mi istiyoruz, o
zaman film hedefine ulaşıyor. Eğlence anlamında, film sıfır sıkıntı :)
Lana
ve Andy Wachowski kardeşlerin The Matrix üçlemesiyle dünya sinema tarihindeki
büyük başarısı, Tom Tykwer’ın “Koş Lola koş” ve “Koku” gibi etkileyici filmleri,
sinemayı yakından takip eden kişilerin filmden beklentilerini yükseltmişti.
Senaryonun, David Mitchell’in çok beğenilen aynı adlı romanından uyarlanması merakı
arttırmıştı. Sanırım film, Mitchell’in romanını
severleri tatmin etmeyecektir ama yazar Mitchell’in senaryo yazımına dâhil
olmadığını belirtmek gerekiyor.
Filmin
çok ilginç bir yanı daha var: Wachowksi
kardeşlerden Larry’ın bu sene geçirdiği ameliyatla cinsiyet değiştirip kadın
olması. Larry artık Lana, böyle olunca artık ortada biraderler
kelimesi de kalmıyor.
Lana
ve Andy Wachowski
Oybirliği konsorsiyumu,
yeni Seul, öngörülüler, tüketiciler, işgörenler, doktor ve avukat, köle ve
efendi, kâhin ve ilkeller filmde yer yer çok etkileyici biçimde yansıtılıyor.
Filmdeki çok güzel kafa karışıklığı, izleyicilerin daha sonra bulma çözmelerine
imkân tanıyacak. Benim aklımda kalan birkaç bulmaca sorusu: Bayan android neden
aydınlandı, ajan Smith neden her yerde bir şekilde ajan? şirketokratlar kimlerden
oluşur? gelecek dünyasında insan, neden tıpkı Eto misali
bitmiş :))
Bence filme yakışmayan
final sahnesindeki “dede ile ninenin yıllardır bitmeyen aşkı” sahnesine de
ayrıca şaşırmak gerekiyor. Filmin final sahnesi insana “yine mi aynı tiyatro?”
duygusunu veriyor.
İçi boşaltılmış Bengi
Dönüş kavramı içinde, paralel evrenlerde insanoğlu akıyor da akıyor. Film, random başlayıp, default bitiyor :) Filmin en önemli
karakterinden Sonmi~451’indevamlı söylediği söz, filmin amacını
basit ama etkili bir şekilde ortaya koyuyor: “Rahimden mezara kadar birbirimize bağımlıyız.”
Donanım ve yazılımlarıyla (software & hardware) zaten PC pazarındaki
üstünlüğünü ve marka değerini göstermiş olan Apple, ilk önce iPod ile atağa kalktığı mobil dijital araçlar pazarında
genişleme hareketini iPhone ve iPad ile devam ettiriyor. Diğer telefon
üreticileriyle donanım-yazılım-uygulama lisans kavgaları süre dursun Apple, iPhone
ve iPad ürünlerinin yeni sürümleriyle pazarda daha uzun süre liderliğini
sürdürecek görünüyor.
Apple,
kurucu CEO’sunun ölümünü dahi bir wom marketing stratejisine çevirdi mi?
Sonuçta “Her gününü, son günün gibi yaşarsan sorun ortan kalkar” diyen başarı
makinesi (?) rahmetli CEO ve yönetim ekibinden bahsediyoruz.
Yatırım bilançosu içerisinde pazarlama faaliyeti olarak reklama kısıtlı bütçe ayıran firma
“şirketin reklama ihtiyacı yok, mal
ortada” gibi bir alt metinle her kullanıcının kafasında marka değeri olarak
“silinmez” bir şekilde yer etmiş bulunuyor. Şirket, pazarlama
faaliyetlerini daha çok halkla ilişkiler ve ürün deneyimi aktivitelerine yönlendirmiş
bulunuyor.
“Pazarlama, üretim için gerekli
talebi oluşturmaktır” tanımında hareketle Apple şirketi, marka olarak pazar
değerini uzun yılları içine alan stratejiler sonucunda oluşturdu. Apple,
ihtiyaçlar piramidinde kendine global bir yer edinmiş bulunuyor.
Şirket, kitleleri ve kitle iletişim araçlarını yönlendirici güce sahip küresel
şirket olarak kendini konumlandırdı. Pazarlamanın amacının “gerçek müşteri”
topluluğu oluşturmak olduğunu düşünülür ise, Apple’ın marka tutundurma çalışması, reklam değil daha çok görünür ve
gizli PR (halkla ilişkiler) uygulamalarıdır. Bu stratejik uygulamalar, reklam
mecraları benzeri ölçülemez ama etkisi çok güçlüdür. Şirket, ayrıca wom –seed –
ghost writting adı altında “toplu söylenti” ile pre-lansman ve re-lansman çalışmaları
yapıyor.
Son
olarak Mayıs 2012’de Sayın Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’ün Silikon Vadisinde şirket
yöneticilerine yaptığı rica, Eylül ayında Apple tarafından uygulamaya sokuldu. Sayın Cumhurbaşkanımız, ziyareti sırasında iPhone
IOS 6 işletim sistemi için Türkçe karakter desteği isteyerek Türk
tüketicilerinin beklentisi dile getirmişti. Bu gelişme, Müşteri sadakati
geri dönüşüm uygulamalarında üst siyaset kimlikler ile serbest pazar
yöneticileri arasındaki yenilikçi çözümlerden biri olarak değerlendirilebilir.
iPhone,
Apple’ın marka kimliğinin farklı segmentte başarıyla uygulanmasıdır. Yaratılan “mahalle baskısı” pozitif ve
negatif tüm algılarıyla, markanın kullanım değerinin talepleştirilmesidir. Yaratılan
arz, bireylerdeki duygusal tatmin talebinin oluşturulması ve karşılanmasıdır.
Apple markasını canından çok seven
“marka sadakati bağımlılarına” küçük bir öneri: Google’da
“Apple’ın Çin’deki üretimi Foxcoon’da çalışma koşulları” benzeri arama
yapıldığı takdirde firmanın üretiminde
çalışmanın nasıl çetin çalışma koşulları getirdiğini görebilirsiniz: Elma’yı
yemişler J
Ekim 2012 itibariyle iPhone tüm
dünyada yaklaşık 47 milyon adet sattı. Şirket son 5 yılı yıllık ortalama 30
milyar dolar kar ile kapatıyor. Firma, deyim yerindeyse sıkışan A.B.D pazarını
para hareketliliği ile ayakta tutuyor. Apple’ın toplam mali değeri 620 milyar
dolar oldu.
Apple, artık dünyanın çeşitli milletlerinden oluşan “Dijital Cumhuriyetimiz” olarak kabul edilebilir. Sen, çok yaşa Apple…
Tanımlarla başlıyoruz. Tanımlamalar, on-line
dünyada etkili iletişim için zorunluluğumuz oluyor. Web 1.0, 2.0, 3.0 nedir? Ve
aralarındaki farklar nelerdir?
Web 1.0
Web
1.0’de internet kullanıcısı ile web
sitesi arasında ilişki statiktir. Kullanıcı, sadece sitenin okuyucusu olarak
bilgi alabilir; pasiftir, iletişim tek taraflıdır.
Web 2.0
Web 2.0’de
ise, kullanıcı web sitesindeki içeriğe
müdahale edip ve etkileşime başlamıştır. Web 2.0’de Kullanıcı aktif olarak hareket eder, iletişim iki
yönlüdür. Gelişmenin
sonucunda, Web 1.0 için dijital monolog,
Web 2.0 için mobil tabanlı diyalog diyebiliriz.
Web 3.0
Web 3.0 ise, "semantik" yani anlamsal web diye
tanımlanmaktadır. Web 3.0 ortamında verilerin anlamlandırılması amaçtır, yorumlamanın temel olduğu bir sistemdir.
Tüm
dünyanın Web 3.0 dijital dünyasında tek bir veri tabanına bağlı olması amaçlanmaktadır.
Sanal dünyanın bu evresinde makinalar/arama motorları şimdi yaptıkları gibi
bilgi/data içeriğini sadece bulup, çağırmayacak; ortak veri tabanındaki bilgiyi anlamlandırıp, yorumlayıp kullanıcıya
ulaştıracaktır.
Web içerik değişimi - web content change
Semantik Web
Web 3.0 ortamında ilk akla gelen örneklerden
biri olarak araba incelemesi yaptığınızda, arama motorları/makinalar sizin “daha
önceki internet davranışlarınızı” bilgi olarak işleyecek ve şu ankinden farklı algoritmaları
da kullanıp yorum katarak bilgiyi size sunacaktır. Örneklendirmeye devam
edersek Web 3.0 dünyası; mali durumunuz, yaşam alanınız ve geçmiş dönem tercihlerinize
göre “X firmanın Y zamandaki Z marka” ürününün ikinci el satış noktasını en
güvenilir karşılaştırmalar sonunda size sunacaktır. Teknoloji
geliştiricilerinin Web 3.0’dan bekledikleri sonuç, şimdilik geliştirilmekte
olan bir dil projesidir.
Web 3.0 yani gelecekteki anlamsal ağ, başta Google
olmak üzere arama motorlarının şuan ki algoritmalarla başaramayacağı yepyeni bir
dil yapısıdır. Kullanılmak istenen semantik dil, insan mantığının muhakeme
yeteneğini hedef almaktadır. Semantik ağ dili, insan zekasının sorgulamasını
prototip alan bildirimsel derleme lisanı “Web Ontology
Language(OWL) yani anlamsal web
dilidir.
Semantik web, html tabanlı indekslemeye
dayalı World Wide Web dilinin bilgi arama ve düzenleme eksikliğini gidermeyi
amaçlar. Web 3.0 dünyası; veri-merkezli genişletilebilir
işaretleme (XML), kaynak tanımlama çerçevesi(RDF) ve web ontoloji dili(OWL) dillerini kullanarak işlem yapar. OWL,
XML ve RDF verileri arasında, sınıflar arası ilişkiler, en önemlilik,
eşitlik, özelliklerin daha iyi sınıflandırılması, özelliklerin
karakteristikleri ve numaralandırılmış sınıflar gibi anlamsal bağları kurar.
Bu
dil uygulamaları bütünleşik olarak yazımlarla derlenip,verileri
kullanarak “Semantik Ağ” kullanıcıları için otomatik olarak belirli görevleri
yerine getireceklerdir. Semantik web dünyası, şuanda yaptığımız
bir takım arama ve düzenleme işlemini otomatik olarak bizim adımıza
gerçekleştirecektir.
İlk akla gelen handikap ne
olabilir? Web 3.0, birden fazla anlamlandırma etiketi ve program kullanarak mevcut on-line iletişime kazandırdığı
kolaylıkların yanına manipülasyonları, iletişim parazitlerini ve güvenlik
kalkanlarını arttıracak mı?
Web 3.0 ın Semantik Şeması - Scheme of the semantic web 3.0
Geçmişten Günümüze İnternet Beklentisi
İnternetin kurucusu Tim-Berners-Lee
Semantic Web'in vizyonunu şöyle ifade etmiştir: "Web için bir hayalim var.
öyle ki bilgisayarlar, web üzerindeki bütün veriyi analiz etmeye muktedir
olacaklar. Ortaya çıktığı zaman
anlamsal ağ; ticaretin günlük mekanizmalarını, bürokrasiyi ve günlük
yaşamlarımızı birbiri ile konuşan makinalar tarafından yürütecek. İnsanlığın
asırlardır konuşup durduğu "akıllı ajanlar" nihayet
gerçekleşecek."
Günümüz
dilbilimcileri, onüçbin yıl yıl önce dünyada sadece beş temel dil olduğuna dair
bulgular elde ettiler. Bugün gelinen noktada ise, insanın gerçek iletişim
aracı konuşma dillerinin yanında işaretlemeye dayalı yeni işitsel-görsel
tekno diller ortaya çıkıyor.
Yeni
nesil Web’in (Semantik Web) günümüzde süregelen bilgi kaosuna son vermekte çok
önemli bir rol oynayacağı iddia ediliyor. Anlamsal
ağ, gerçekten hayata geçirilebilecek mi yoksa bir hayal olmaktan öteye
gidemeyecek mi? Bütünlük içeren matematiksel altyapının anlamsal dile
çevrilmesi, ortalama değerleri içerip sapmaları ve ayrıntıları görmezden mi
gelecek? Tekno- fetiş hayaller, ne kadar
hayal kırıklığını beraberinde getirecek?
Gutenberg
Galaksisi büyümeye devam ediyor.
Ahmet
Usta
Kaynak:
tr.wikipedia.org/wiki/Anlamsal Ağ
Börteçin Ege - http://aksw.org/About.html
Doç. Dr. Selim Akyokuş - http://www.akyokus.com/presentations/
Yaklaşık 7-8 yıldır yoğun olarak Google’lıyoruz. Artık dilimizde Google’lamak diye bir fiilimsi var, keyifle kullanıyoruz. “Google’a sorma, bana sor” tişörtlerini giyiyoruz. Bizler, daha çok analog teknolojiden gelenler; peki ya direk olarak dijital dünyanın içinde doğanlar neler yaşıyor, yaşayacak.Evet, çok kısa sürede bir çoklarımız için kağıt ve kalem analog sınıflandırmasına girdi, nostalji oldu. Yaşamlarımız, mobilite hızımıza yetişemez oldu.
Sosyal medya ile iletişim biçimlerimiz ve içeriklerimiz hızla evrim geçiriyor. Twitter, 140 karakter ile iletişimi sınırladı ve yeniden biçimlendirdi. Youtube’da ortalama video izleme süresi 1,5 dakikaya düştü. Facebook’da bir durum iletisinin etkin olarak okunabilmesi için 3 satırı geçmemesi gerekiyor. Okuyarak anlama gittikçe etkisizleşiyor, izleyerek anlama etkinleşiyor. Yazılı kültür sanki son süreçlerini yaşıyor, görselliğe dayalı kısa ve basit ve gündelik bir dil oluşuyor, daha da oluşacak…
Dijital doğanlar; keyboard shortcuts, proxy, setup, defult ayarlarını öğrenmeyecekler, zaten görüyor ve hareketi izleyerek kavrıyorlar. Temel dijital teknoloji kullanımlarını öğrenmek, dijital doğanlar için tuvalet adabını öğrenmekle beraber başlıyor. Bugünler; sütten kesilme sonrasında, likit ekrana dokunma, arkasından ilk kelimeleri söyleme, akabinde akıllı telefondan Pepe’yi izleyip, devamında Pepe şarkılarından anlamlı ilk cümleleri mırıldanma biçiminde ilerliyor. Dijital doğanlar, yaşam habitatlarındaki izlenimlerini scanner (tarayıcı) olarak deneyimleyip öğreniyorlar.
Dijital doğanlar; reader değil, scanner olacaklar ve bu öngörü neredeyse bilimsel kesinlik kazandı. Yaşanan mobilite ve hız karşısında okuyucu/reader olmayı istemek statik ve retro bir hal olarak kalıyor. Üretim tekniklerinin getirdiği yeni tekno koşulların içinde dijital doğalar; hızlı olmaya muktedir, “göz gezdirmeye” yatkınlar. Dijital göçebelerin “okumaya çalışma” alışkanlığı karşısında dijital doğanlar; gözden geçirmeyi yani scanner (tarayıcı) olmak refleksini kullanıyor, kullanacaklar. Dijital doğanlar, “bildiklerini okuyor” olacaklar.
Elbette tekno gelişmelerin güzel yanları olacaktır. Her değişim, iyi ve kötünün ötesinde olasılıkları potansiyel olarak yaratır. Yeni kuşaklar, eski kuşakların büyüklerinden gördüğü çoğu fizik ve kamusal baskıları yaşamayacaklar. Görsel hareketin ve hızın, dijital doğanların gündelik yaşamında dominant olması;gerçeklerimizi daha doğru değerlendirmemizi sağlayabilir. Off-line ve on-line dünya arasında kurulacak pratik ağlar; dijital kuşakları, politik-ekonominin aktörleri arasında etkin kılabilir.
Gündelik işler güçlerimizden birisi oldu: “iPhone'cu olmak yada olmamak”
Apple şirketi, 80’li ve 90’lı yıllar içinde Macintosh markasıyla masaüstü bilgisayar kullanıcılarına kendisini kabul ettirmiş ve pazarda Apple marka sadakatini oluşturmuştu. Milenyum öncesi Apple kullanıcıları, “Mac’sızçalışmam ve çalıştırtmam!” benzeri mottoları kabul etmişti.
Benzer atağı Apple, mobil iletişimde iPhone markası ile kısa sürede yakaladı.iPhone,markası akıllı telefon pazarının lideri olarak, Apple firmasının yazılım-donanım ve uygulama geliştirmedeki başarısı arkasına alarak yoluna devam ediyor. Mobil iletişim aracı olarak kullanım kolaylığı ve performansı ile göz dolduran iPhone, kullanıcılarının başka ihtiyaçlarına da cevap veriyor. Şimdi, bazılarımız için“ iPhone'numsuzsahneye çıkmam abi!” günlerini yaşıyoruz.
anonim fotograf
Apple kullanıcılarının, marka bağımlılığı ve sadakatinin oluşturduğu Wom (World of mouth) yani ağızdan ağza pazarlama söylemi yada Türkçesiyle “mahalle baskısı” diyebileceğimiz kesin etkileri bulunuyor. Karşılaşılan iletilerin temel etkileri şunlar olabiliyor: “iPhone kullanmak zorunluluğu”nu hissetmek ve ürünün verdiği hizmetin “temel ihtiyaç” olduğunu hissettiren ve pekiştiren kitlelerin yaklaşımı.
Sonuç olarak Apple, özellikle iPhoneile birliktekendini dünyanın lider teknoloji markası olarak konumlandırdı ve İsviçre çakısı misali kullanıcılarına çok çeşitli faydalar sağlıyor. Başarının ardında; cihazın donanım ve yazılım performansı, arayüz kullanım kolaylığı, ele gelir dokunmatik ekranı ve mucize etkisi yapan aplikasyonlarının payı büyük ama bu pay ne kadar? Elmanın ısırılan tarafın dayımız?
Sosyal
medya mecralarında bulunan kurum ve kişi hesaplarındaki sahte kişi ve
etkileşimlerintespiti şuanda önemli bir sorun.
Örneğin, Facebook’daki yarı yarıya fake accountlar, yapay like ve community
çalışmaları gözle görülebiliyor. Daha hızlı bir mecra olan Twitter’da ise, fake ve inactive hesapların, yanısıra takipçi satın
almaların olduğunu tüm internet kullanıcıları biliyor.
Bilişim
uzmanları (IT) ya da yazılımcılar (coder) ise daha inorganik yöntem ve uygulamalardan
haberdarlar. Tabi ki her bilişimci & yazılımcı tüm illegal sosyal medya
etkileşim yöntemlerine hâkim olamayabiliyor. Bilgi ve deneyim çeşitliliği, uzmanlar için bile takip zor durumlar
yaratıyor. Bilişim ağı içerisindeki
güvenlik tehditleri gibi, etkileşim ağı hareketleri içinde de yüksek parazit bulunuyor.
Bir
yazılım aynı IP üzerinden bağlanmasına rağmen Facebook yada Twitter web domainlerine
kendini farklı kullanıcılar olarak tanımlayabiliyor, böylece etkileşim
rakamlarını yükseltebiliyor. Bir kullanıcı,
çok sayıda kullanıcı biçiminde like/beğeni, mention/söz söyleme, retwit/tekrar
tekrar şakımak yapabiliyor. İnorganik ve tekil etkileşim hareketleri, arama
motorları (Google, Bing, Yandex) tarafından organik ve çoğul olarak değerlendirilebiliyor.
Gerçeklik kayboluyor, sosyal medya biriktiriyor!
Bu
arada sosyal medya mecraları da, büyük şirketler olarak ticari
güvenilirliklerini korumak ve geliştirmek için yeni uygulama ve yazılımlar
üretiyor. Facebook, hali hazırda gerçek
tanımlı profil resim ve ayarlarını geliştirmeye çalışırken, Twitter ise 3.
parti iş ortaklarıyla birlikte sahte ve aktif olmayan hesapların kontrolü için
uygulamalar hazırlıyor.
Kurumsal firmalar, imaj
konumlandırmasına devam ederek,
gerçek ve samimi etkileşim için içerik ve kampanyalar üretmeye devam
edeceklerdir. Kişisel olan çevrimiçi
fenomenler kültürü, zamanla gerçekleşecek düzenlemelerle az maliyet içeren
gelir ekonomilerinde küçülmeler yaşayacaklardır.
Bankacılık
gibi büyük bir pazar ekonomisinin, yüzyıllar içinde hala gedikleri olduğu düşünülürse,
sosyal medyanın şuanda çok yeni olması nedeniyle durumu makul görülebilir. Yakın dönemde, A.B.D’den başlayarak daha
olgunlaşmış bir sosyal medya pazarına, gelişmiş segmentlere ve daha yüksek
oranda gerçek hesaplara ve içeriklere sahip olacağız.
Tabi ki, insan ve iletişimin olduğu her yerde
sorunlar yaşanacaktır. Sorunsuz ve kesintisiz iletişim, iletişim kuramlarının argümanları
içinde bilimsel olarak mümkün değil. Önemli
olan, sorunların yaşandığı bu süreçte, organik ve tekil iletişimin, çevrimiçi
ağda sıkılık değerini arttırmaktır.